Koşulsuz Adalet Hareketi olarak Dünya Mülteciler Günü dolayısıyla, mültecilerin yaşadığı sıkıntılar ve yaşanan hak ihlalleri üzerinde durduk.

  • Mülteci; ülkesinde ırk, din, sosyal konum, siyasal düşünce, belirli bir gruba mensup olma ya da ulusal kimliği nedeniyle kendisini baskı altında hissederek kendi devletine olan güvenini kaybeden, kendi devletinin ona tarafsız davranmayacağını düşüncesi ile ülkesini terk ederek, başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke tarafından ‘kabul’ edilen kişi olarak tanımlanabilir.

 

  • Sığınma hakkı, İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi’nin 14. maddesinde ” Herkesin zulüm karşısında sığınma hakkı vardır. ” ifadesiyle temel bir hak olarak vurgulanmıştır. Ancak, mültecilik konusunda temel belgelerin başında “Mültecilerin Hukuki Durumu Hakkında Sözleşme ” gelmektedir.

 

  • Türkiye yetkilileri, sınırları dâhilinde bulunan sığınmacı ve mültecileri tanımlamak için kendine has bir terminoloji geliştirmiştir. Ülkenin sığınma sisteminin ikili bir yapısı vardır; Suriye’den gelen mültecilere toplu olarak “Geçici Koruma” statüsü verilmekte, diğer uyruklara sahip mültecilerin ise bireysel olarak “Uluslararası Koruma” başvurusunda bulunmaları gerekmektedir. “Mülteci”, “Şartlı Mülteci” ve “İkincil Koruma Statüsü Sahibi” olmak üzere üç farklı uluslararası koruma kategorisi mevcuttur. Türkiye mevzuatında yalnızca Avrupa’daki zulüm olaylarından kaçan sığınmacılar “Mülteci” olarak tanınmaktadır. Avrupa ülkeleri dışındaki ülkelerden Türkiye’ye gelen ve uluslararası koruma başvuruları kabul edilen bireylerin, başka bir ülkeye yerleştirilmeyi bekledikleri süre boyunca “Şartlı Mülteci” olarak nitelendirilmeleri anlamına geliyor. Uluslararası korumanın üçüncü türü olan “İkincil Koruma” ise mülteci durumunda olmayan; ancak menşe ülkelerine ölüm cezası, işkence ya da silahlı çatışmalar nedeniyle dönemedikleri için koruma ihtiyacı olan kişilere sağlanıyor.

 

  • Türkiye coğrafi konumu ve stratejik önemi nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kalanların güvenli liman olarak sığındığı bir ülke konumundadır. Son 10 yılda Suriye’de yaşanan iç savaş ve Afganistan’da gerçekleşen olaylar neticesinde pek çok kişinin ülkemize sığınmasıyla, güncel veriler göz önünde bulundurulduğunda dünya üzerinde en fazla yurdundan edilen insana ev sahipliği yapan ülke Türkiye’dir. Hatta UNHCR’a göre daha önce bu veri dünya çapındaki mülteci ve göçmen sayısı açısından bir rekor, Türkiye de 5 yıldır dünyada en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülke.

 

  • Türkiye’nin mültecilerle ilgili uluslararası sözleşmelere koyduğu coğrafi kısıtlamadan dolayı mülteciler temel haklarına erişememektedir. Suriyeli mülteciler kalıcı hale gelen geçici koruma statüsü altında belirsizliğe mahkûm edilirken uluslararası koruma başvurusunda bulunan mülteciler ise kendilerini mülteci olarak kabul edecek üçüncü bir ülke belirlenene kadar Türkiye’de yıllarca çok zor şartlar altında yaşamaktadır.

 

  • Yasal statü almış mülteciler dahi yaşadıkları haksızlıklara karşı adli makamlara başvurma konusunda çekinik davranmakta, sınır dışı edilme korkusu ile hak talep etmekten dahi çekinmektedirler. Bu nedenle yaşadıkları pek çok olumsuzluk kayıtlara geçmemekte gizli kalmaktadır. Yoğunluklu yaşandığı tespit edilen kadına yönelik şiddet, cinsel istismar, çocuklara yönelik hak ihlalleri, emek sömürüsü, ayrımcılık, adalete erişim engeli, çalışma hakkı ihlalleri, adalete erişim engelleri bu nedenle görünür olamamaktadır. Resmi kuruluşlarda karşılaştıkları ayrımcı yaklaşımlar ve nefret söylemleri yanında dil problemini aşacak imkânların yaratılmaması bu çekiniklikte önemli bir rol oynamaktadır. Siyasi aktörlerin ayrımcı açıklamaları ve medyadaki ayrımcı nefret dili bu çekingenliği büyütmektedir.

 

  • Son yıllarda Suriye’den de milyonlarca mültecinin gelmesiyle, Türkiye’de mülteci kadınlara yönelik erkek şiddeti artık görmezden gelinemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Gündelik hayatın her alanında, ev, işyerleri ve kamusal alanda, zorla evlendirme, ev içi şiddet ve taciz gibi farklı şiddetle maruz kalan mülteci kadın ve kızların yaşadıkları, ülkelerinden ayrılmalarıyla son bulmuyor. Sığındıkları ülkeye gelene kadarki süreçte ve sığındıkları ülkede de kadınlar, çeşitli şekilde şiddete maruz bırakılabiliyorlar.

 

  • Türkiye’de büyük çoğunluğunu Suriyelilerin oluşturduğu mülteci kadınlar, hem özellikle ırkçılıktan kaynaklı yabancı düşmanlığı temelli şiddetin hem ev içinde hem de yoksullukla katmerlenmiş şiddetin hedefi halindedirler. Bunun en acı örneklerinden birisi, 6 Temmuz 2017 tarihinde Emani Al-Rahmun’un tecavüze maruz bırakıldıktan sonra çocuğuyla birlikte katledilmesiyle görülmüştür. Emani’nin ölümü, Suriyeli ve mülteci kadınların yaşayabilecekleri şiddetin sınırlarını gösterir niteliktedir.

 

  • Hacettepe Üniversitesi, Suriyeli mülteci kadınların üreme sağlığı ve toplumsal cinsiyet temelli şiddete yönelik hizmetlere ilişkin ihtiyaçlarının belirleme amacıyla hazırladığı rapor, gerçekleri rakamlarla ortaya koymaktadır. 2019 Haziranda açıklanan rapor, 413 Suriyeli kadınla görüşerek hazırlanmış; raporla, son 12 ay içinde, her 10 mülteci kadından 9’unun fiziksel, 8’inin duygusal, 8’inin ise cinsel şiddete maruz kaldığı ortaya çıkmıştır.

 

  • Güvenli bir yaşam bulabileceği umuduyla gelen veya güvenli üçüncü bir ülkeye gitmek için Türkiye’de bulunan mülteciler çok ciddi ve ağır koşullarda yaşamlarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Mültecilerin maruz kaldığı ayrımcı söylemler ise basın yayın organları vasıtasıyla kalıcı bir hale gelmekte ve böylece kişilerin uğradığı sözlü ve fiziksel şiddet artabilmektedir.

 

Koşulsuz Adalet Hareketi olarak, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nde her insanın insan onuruna yakışır şartlarda yaşam sürmeye hakkı olduğunu hatırlatarak bu amaç için katkı sunabilecek tüm aktörleri sorumluluk almaya, çözümler üretmeye davet ediyoruz. Ancak böylesi bir durumda beraberce insan olabilmeyi ve birlikte yaşamı mümkün hale getirebiliriz.