Koşulsuz Adalet Hareketi olarak bu hafta Türkiye’nin, Cumhurbaşkanlığı kararı ile çekildiği İstanbul Sözleşmesi ve gerekliliği üzerinde durduk.
- Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi yahut diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi, Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış, Türkiye tarafından çekincesiz bir şekilde imzalanmış ve 2014 yılında da yürürlüğe girmiş bir insan hakları sözleşmesidir.
- İstanbul Sözleşmesi genel olarak, toplumsal cinsiyet normlarının oluşturduğu cinsiyet eşitsizliğine dayalı ve süregelen şiddet ve bu şiddetle mücadele dolayısıyla ortaya çıkmıştır. Lakin sözleşmenin çıkış koşullarını daha spesifik olarak resmedecek olursak, sözleşme AİHM’nin Opuz kararı sonrası çıkmıştır. Nahide Opuz 1995 yılında evlendiği ve şiddet gördüğü eşinden boşanmak istemiş, ancak defalarca eşi tarafından tehdit ve darp edilmiş, 1996’dan 2002’ye kadar defalarca şikâyet etmesine rağmen devlet kocaya karşı yeterli korumayı sağlamamıştır. 2002 yılında Nahide Opuz, devletin yıllardır süregelen bu şiddetten kendini koruyamadığı gerekçesiyle AİHM’e başvurmuştur. 2009 yılında AİHM, Türkiye devletinin ayrımcılık yasağını çiğnediği ve Nahide Opuz’u kocası H.O’nun şiddetinden koruyamadığı gerekçesiyle tazminat ödemesine hükmetmiştir. Böyle bir gerekçeyle verilen ilk karar olması nedeniyle çok önemli bir karardır.
- İstanbul Sözleşmesi, Opuz kararından iki yıl sonra kararının teşvik edici ikliminde imzalanmıştır. Hatta Türkiye’yi ilk imzacı yapan faktörler arasında bunlar da bulunmaktadır. Ne Opuz kararı ne de İstanbul Sözlemesi kendiliğinden meydana gelmemiştir, ikisi de kadın hakları için yıllardır ortaya konan kadın hareketi direnişinin meyvesidir.
- Sözleşme temelde “kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve son olarak, kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesi” ilkelerine dayanmaktadır.
- İstanbul Sözleşmesini önemli kılan husus kadına karsı şiddetin çıkış kaynağını tarihsel bir olgu içinde gelişmiş olan cinsiyet eşitsizliği olarak tespit etmesi ve bu cinsiyet eşitsizliğinin sona erdirilmesi için devlete pozitif sorumluluklar yüklemesidir. Sözleşme cinsiyet ayrımcılığını reddettiği gibi cinsel yönelim dolayısıyla yapılacak bütün ayrımcılıklara karsı çıkmaktadır. Bu sözleşmenin sadece kadınların korunmasına yönelik olmadığının göstergesidir. Böylece sözleşmenin korumasından LGBT bireyler de yararlanabilmektedir. Bu durum, Türkiye’nin 2008-2018 yılları arasında kayda geçen 51 trans cinayete sahip olması dolayısıyla en fazla trans cinayetin yaşandığı Avrupa ülkesi olması nedeniyle ayrı bir önem arz etmektedir.
- İstanbul Sözleşmesi bir temel hak ve özgürlük sözleşmesi olarak normlar hiyerarşisinde kanunların dahi üzerinde bulunmaktadır. İnsan hakları sözleşmesi olması dolayısıyla böyle bir sözleşmeden geri dönmek kazanılmış hakların kaybı anlamına geleceğinden prensip olarak böyle bir işlemin kabulü mümkün değildir. Sözleşmeden geri çekilmenin mümkün olduğu bir an için kabul edilse dahi bu kez de yetki ve usulde paralellik ilkesi gereğince TBMM oylamasıyla yürürlüğe giren sözlenmenin ayni şekilde TBMM tarafından kaldırılması gerekirdi. Cumhurbaşkanı yasamanın yetki alanına giren bir konuda düzenleyici nitelikte bir işlem yapamaz. Dolayısıyla CB kararnamesi ile yapılan fesih işlemi hukuken yok hükmündedir. Danıştay’a yapılacak başvuruyla işbu kararın iptali gerekmektedir.
Koşulsuz Adalet Hareketi olarak şunu belirtmek istiyoruz ki, İstanbul Sözleşmesini referans alan bir kanun olması yönüyle kadına şiddetin önlenmesi için birçok önleyici ve koruyucu tedbir barındırmaktadır. İktidar İstanbul Sözleşmesinden çekilerek kadına karşı şiddetin önlenmesi yükümlülüğünden kurtulamayacaktır zira 6284 sayılı kanun hala yürürlüktedir.