Koşulsuz Adalet Hareketi olarak ara verdiğimiz nöbetlerde haftalık üzerinde durduğumuz konulara devam ediyoruz. Bu hafta Türkiye’nin acı gerçeği olan “Zorla Kaybedilme Vakalarını” gündeme getirdik.

  • Kişilerin zorla kaybedilmesi, Türkiye’de 12 Eylül darbesi sonrasında ve OHAL’in damgasını vurduğu 90’lı yıllarda sistematik bir devlet şiddeti olarak uygulanmıştır. 90’lı yıllarda beyaz toroslarla özdeşleşen bu üzücü uygulamaya, 2016 yılında ilan edilen OHAL dönemi ve sonrasında da sıklıkla rastlanılmaktadır. Ailelerin kayıp başvurularının dikkate alınmaması, ceza soruşturmalarının başlatılmaması veya takipsizlikle sonuçlandırılması ile Adalet Bakanlığı’nın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Birleşmiş Milletler’in (BM) sorularını yanıtsız bırakması, bu kaçırılmaların devlet eliyle sistematik bir şekilde gerçekleştirildiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Kişiler devlet görevlileri veya devletin görevlendirmesi, desteği veya bilgisi dâhilinde üçüncü kişiler tarafından zorla kaybedilerek hukukun koruması dışında bırakılmaktadır.
  • Zorla kaybedilme, hem kaybolan kişilere hem de ailelerine büyük acılar vermektedir.  Kimi aileler ise zorla kaybedilen yakınlarının gözaltına alındıktan bir süre sonra kimsesizler mezarlığına gömüldüğü bilgisine ulaşmaktadır. 21 Kasım 1980 tarihinde gözaltına alınan Dev-Genç’li Hayrettin Eren’in zorla kaybedilmesi sonrasında şahsın gözaltına alındığı güvenlik güçleri tarafından sistematik bir şekilde inkâr edilmişti. Hayrettin Eren’in ailesinin de aralarında bulunduğu Cumartesi Anneleri/İnsanları, 27 Mayıs 1995 tarihinden beri kayıp yakınlarının akıbetini öğrenmek için eylemlerini sürdürmektedirler. KHK ile ihraç edilen şahıslardan Yusuf Bilge Tunç’tan 6 Ağustos 2019 tarihinden beri ve Başbakanlık eski raportörü Hüseyin Galip Küçüközyiğit’ten 29 Aralık 2020 tarihinden beri haber alınamamaktadır. 20 Ocak 2021 tarihinde işyerinin önünden kaçırılan Gökhan Güneş ise 6 gün sonra serbest bırakılmış ve yaptığı açıklamada işkenceye maruz kaldığını belirtmişti.
  • Zorla kaybedilen ve daha sonra serbest bırakılan şahısların ifadelerinden, kişilerin başına çuval/poşet gibi bir cisim geçirilerek nerede olduğunun anlamasının engellendiğini ve götürüldükleri gizli gözaltı ve işkence merkezlerinde ağır darp, tehdit, hakaret, çırılçıplak soyma, cinsel taciz ve hatta cinsel istismara varan çok ağır işkencelere maruz bırakıldıklarını bilmekteyiz. AİHM 25 Mayıs 1998 tarihli Kurt vs. Türkiye kararında zorla kaybedilmenin aile için teşkil ettiği insanlık dışı muameleyi şöyle tarif etmektedir: “Başvurucunun (kaybedilen kişinin annesi) sürekli ve kesintisiz olarak yaşadığı belirsizlik, şüphe ve endişe halinin kendisinde ciddi zihinsel acıya ve ıstıraba yol açtığı görülmüştür”.
  • BM Genel Kurulu, 20 Aralık 2006 tarihinde Herkesin Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmeyi kabul etmiş ve Sözleşme 23 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye ise Sözleşmeyi hala imzalamamıştır, bu sebeple Sözleşme‘ye uyma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Ancak, Türkiye’nin bu Sözleşmeye taraf olmaması zorla kaybedilmelere karşı sorumluluğunu ve cezasızlığın önüne geçme yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır. Türkiye, kişilerin uluslararası sözleşmelerden ve Anayasa’dan doğan haklarının korunması noktasında negatif ve pozitif yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır. 

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurucu anlaşması olan Roma Statü’sünde insanlığa karşı suçlar listesinde yer alan ve devletin muhalefeti sindirmek amacıyla başvurduğu zorla kaybetme suçunun failleri açısından zaman aşımının söz konusu olmadığının altını çiziyoruz. Koşulsuz Adalet Hareketi olarak zorla kaybedilen kişilerin ailelerinin haklı mücadelesinde koşulsuz adalet talebimizi yüksek sesle dile getiriyoruz.